Emekle İlgili Bazı Sözler. Son olarak emekle ilgili birkaç önemli sözü de paylaşım: Emek olmadan yemek olmaz. Emek çekilmiş her şey, değerlidir. Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama boş verme. Emeksiz yazılan yazı keyifsiz okunur. Sevmek için yürek sürdürmek için emek gerek. Emek, alın teri ve başarı el ele yürür. Ekran Alıntısı. Sevgili Meslektaşlarımız; Yaşama emeği ile değer katan, alın teri ile kazanan herkesin ” 1 MAYIS EMEK ve DAYANIŞMA ” Günümüz Kutlu olsun. TMMOB METEOROLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI. Daha Eski. Emeğin ve alın terinin öneminin vurgulandığı 1 Mayıs Emek ve Dayanışma günü, bugün kutlanıyor. olan 1 Mayıs İşçi Bayramı ile ilgili paylaşım Alın Teri ile ilgili Söylenmiş Anlamlı Özlü Güzel Sözler ve Yazılar Sayfanın Konusu ; Alın teri ile ilgili sözler, alın teri ile ilgili Anlamlı Özlü Sözler, alın teri ile ilgili facebook sözleri, rızık sözleri, emek sözleri,alın teri ile ilgili hadisler Alın teriyle ıslanan toprak kurumaz. İbrahim Olcaytu Emek çekilmiş her şey değerlidir. Mimar Sinan En [] Envasıfsız iş gücünden en tepe yöneticiye kadar üretimde görev alan her birey emek faktörü içerisinde yer alır. Bir bireyin emek faktörü içinde yer alması ise alın teri karşılığında ücret alması ile mümkündür. 2.3. Sermaye: Sermaye, işletmeyi kuranlar tarafından, işletmeye konulan para, mal ve emek. Bir iş ya da Emek harcadıkça insan acı çekiyor ve belki de benliğini çok zorlayacak noktalara gelebiliyor ancak o alın teri zorlanma olmadan, acı olmadan akmıyor. Acı insanı olgunlaştıran temel kaynaktır. Emek gösterirken acıyı çekmeden ulaştığımız sonuç sadece beyhude, gelip geçici bir heves olarak kalıyor. xH25X. 'Konya 2022 İslam Ülkeleri Spor Başkenti' açılış programı Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun katılımıyla gerçekleştirildi. Çok sayıda ülkeden resmi delegasyonun katıldığı programda konuşan Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, 9 Ağustos akşamı tüm İslam dünyasının gözünün ve kulağının Konya’da, oyunların başlangıç seremonisinde olacağını ifade etti. Başkan Altay, büyük bir coşkuyla düzenlenecek oyunlar çerçevesinde 56 ülkeden 4 bin 200 sporcuyu ve 10 binlerce seyirciyi sporun ve hoşgörünün başkenti Konya’da ağırlayacaklarını söyledi.“Oyunların en güzel şekilde geçmesi için gayret gösteriyoruz”Tüm İslam ülkeleri olarak sevginin ve kardeşliğin şehri Konya'da tüm dünyaya Müslümanlar arasındaki sarsılmaz bağın ve örnek dayanışmanın gücünü hep birlikte göstereceklerini kaydeden Başkan Altay, “Konya olarak hem spor altyapımızla hem Gençlik ve Spor Bakanlığımızın şehrimize kazandırdığı Türkiye’nin ilk olimpik veledromu, olimpik yüzme havuzu ve atletizm pisti ile hem de misafirperver insanlarımızla oyunların en güzel şekilde geçmesi için gayret gösteriyoruz” diye konuştu.“Bu onuru 2022 boyunca Konyalılar olarak taşımaya devam edeceğiz”Konya 2022 İslam Ülkeleri Spor Başkenti işbirliği protokolünü imzaladıklarını anımsatan Başkan Altay şunları kaydetti “Bugün Konya için çok önemli bir gün. Bu protokolün de Konya'mız, ülkemiz ve İslam dünyası için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Bu onuru da 2022 boyunca Konyalılar olarak taşımaya devam edeceğiz. Ayrıca Avrupa Başkentleri ve Şehirleri Federasyonu tarafından 2023 Dünya Spor Başkenti de seçilen Konya'mızın 2022 yılı içerisinde İslam ülkelerine de spor başkentliği yapacak olmasından büyük bir mutluluk duyuyorum. Böylece Konya'mız hem 2022 yılında İslam Ülkeleri Spor Başkenti, 2023 yılında da Dünya Şehirleri Spor Başkenti unvanını taşımış olacak. Böylece Konya'mızda ulusal ve uluslararası spor müsabakasının yapılmasının da önü açılmış olacak. Gelen tüm misafirlerimizi Konya'nın misafirperverliğinde ve güçlü altyapısında ağırlamaktan büyük bir mutluluk duyacağız.”Başkan Altay Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür ettiBaşkan Altay son olarak Konya 2021 İslami Dayanışma Oyunları ve diğer tüm organizasyonlar için başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, İslami Dayanışma Spor Federasyonu Başkanı Prens Abdülaziz bin Türki El Faysal Saud’a ve Konya’ya birçok değerli tesisi kazandıran Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu'na teşekkür ederek konuşmasını tamamladı.“Umarım bu güzel ortamda başlattığımız oyunlar başarıyla nihayete erer”AK Parti Konya Milletvekili Selman Özboyacı, “Böyle bir organizasyona ev sahipliği yaptığımız için oldukça gururluyuz. Çok önemli bir organizasyonun arifesindeyiz. Gerçekten çok emek verildi, çok çalışıldı. Umarım bugün bu güzel ortamda başlattığımız oyunlar hayırla, sağlıkla, başarıyla nihayete erer. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve diğer ülkelerden gelen kıymetli devlet başkanları, bakanlar, sporcular ve çok değerli misafirlerimizi ağırlayacağımız bütün dünyaya Konya'yı ve Türkiye'yi tanıtmak için çok büyük bir fırsat olarak gördüğümüz Salı günü akşam saat görkemli bir açılışa hazırlanıyoruz. İnşallah bu açılışla beraber İslami Dayanışma Oyunları’nın ne kadar büyük bir organizasyon olduğu tüm dünyaya ispatlamış olacak” diye konuştu.“Konya’nın sporla da öne çıkması çok büyük kıymet ifade ediyor”Konya Valisi Vahdettin Özkan, “Tarımsal potansiyeli ile ön plana çıkmış şehrimiz son zamanlarda sanayi alanında da çok büyük bir gelişme kaydetti. Bütün bunlar Konyamızda mukim olan çiftçilerimizin, işçilerimizin, sermayeye hükmedenlerin, her bir Konyalının alın teri ve başarısının ifadesidir. Ama bugün aynı zamanda bütün dünyada birliğe, kardeşliğe vesile olabilecek en önemli köprülerden olan sporla da ön plana çıkması bizim için çok daha büyük bir kıymet ifade ediyor” dedi.“Konya, kucaklayan ayrıştırmayan bir şehir”Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu ise İslam dünyasını bir araya getirmesiyle Konya’nın en önemli buluşmalardan birine ev sahipliği yaptığına dikkat çekerek konuşmasına başladı. Bakan Kasapoğlu şöyle devam etti “Konya kucaklayan bir şehir. Konya bir araya getiren, ayrıştırmayan, bütünleştiren, özel bir medeniyetin sembolü bir şehir. İşte bugün de 2022 Spor Başkenti Unvanını açıklıyoruz, hayırlı olsun. Tabii Konya bugüne kadar özellikle son 20 yılda çok ciddi bir gelişim kaydetti. Ama bu son süreçte gerek Büyükşehir Belediyemizin ciddi katkılarıyla gerek Bakanlığımızın bu anlamdaki önemli yatırımlarıyla nasıl Türkiye bir baştan diğer başa kadar her alanda ihya olduysa Cumhurbaşkanımızın engin vizyonuyla; her alanda sanayisiyle, ekonomisiyle, altyapısıyla, sağlığıyla, eğitimiyle geliştiyse, bir dönüşümü gerçekleştirdiyse hem yerel yönetimlerde hem hükümet yaklaşımında; sporda da gençlikte de güçlü bir dönüşümü gerçekleştirdi. İşte gördük; birbirinden güzel spor tesisleri ve son 3 yıldaki süreçte İslam Oyunları hazırlık çalışmaları sürecinde hamdolsun Büyükşehir Belediyemizle el ele verdik. Yeni tesisler kazandırdık. İşte atletizm pistimiz, işte yüzme havuzumuz, işte olimpik veledromumuz ve diğer modernize ettiğimiz tesislerle birlikte hem spor başkenti unvanı için hem spor turizminde marka bir şehir için Konya'mıza yeni bir ufku hep birlikte kazandırdık. Bu vesile ile bu güzel süreci birlikte yönettiğimiz en başta bakanlıktaki değerli arkadaşlarım olmak üzere Konya Valiliğimize, değerli Büyükşehir Belediye Başkanımıza, çok kıymetli milletvekillerimize, ilçe belediye başkanlarımıza, emek sarf eden, alın teri döken değerli emekçi kardeşlerime gönülden teşekkür ediyorum.”“Konya’ya spor başkenti unvanı çok ama çok yakıştı”“Bu tesisler, inşallah hem oyunlarda çok güzel bir şekilde misyonunu ifa edecek ve sonrasında da Türkiye’nin evlatlarını, Türkiye’nin sporcularını, gençlerini bağrına basacak, onların yetişmesine katkı sağlayacak” diye konuşmasını sürdüren Kasapoğlu, “Aynı zamanda da dünyanın dört bir tarafından gelecek sporcuları, müsabakalarını en güzel şekliyle gerçekleştirecek bir altyapıyı da hamdolsun sağlamış olacağız. Modern bir altyapı var Konya’da. Dünyanın en modern altyapılarına meydan okuyabilecek bir rekabet gücü var. Bu yüzden Konya’ya Spor Başkenti’ unvanı çok ama çok yakıştı. Rabbim hem bu anlamdaki başarılarımızı hem de bundan sonraki ufkumuzu bahtımızı açık etsin. Spor bir araya gelmek demek, spor kucaklamak demek, spor bütünleştirmek demek. İşte bu oyunlar inanıyorum ki çok güzel müsabakalara sahne olacak. Rekabeti en güzel şekliyle seyir keyfini dolu dolu hepimize yaşatacak. Ama onun da ötesinde geriye kalacak olan bu güzide organizasyondan bu anlamlı birliktelikten çok ama çok güzel hatıralar olacak. Konya’ya dair, Konya insanının gönül zenginliğine dair çok ama çok unutulmaz hatıraları sporcularımız, sporcu kardeşlerimiz yanlarında giderlerken zihinleriyle, gönülleriyle memleketlerine taşıyacaklar" ifadelerini kullandı.“Spordaki başarımızı İslami Dayanışma Oyunlarıyla taçlandıracağız”Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın spora olan özel ilgisi ve desteği, gençlere olan ayrı bir muhabbeti olduğunu kaydeden Bakan Kasapoğlu, "Bu destek bu anlamda bizim çalışma alanımızı çok ama çok avantajlı kılıyor. Bizler de bunları hep birlikte el ele vererek hamdolsun bereketli bir şekilde halkımıza, milletimize yansıtma imkanı buluyoruz. İşte spordaki başarımız. Biliyorsunuz şu an itibariyle ilk 7 aylık süreçte madalya sayımız 2800’e yaklaştı. Her geçen yeni madalyalar, yeni başarılar sadece bir branşta değil; pek çok branşta olan iddiamız zirveye doğru yürüyor. Bunu inşallah İslam Oyunları’yla taçlandıracağız. Amacımız İslam dünyasının birlikteliğini, yine İslami Dayanışma Spor Federasyonu çatısı altındaki bu organizasyonlarla, buna benzer yeni çalışmalarla farklı boyutlara taşımak ve o yüzden 5. İslami Dayanışma Oyunları’nı hamdolsun en güzel şekilde ev sahipliği yapıyoruz” sözleriyle konuşmasını Sayfa İçeriği Alın Teri Sözleri, Miras Değil Alın Teri Sözleri, Alın Teri İle İlgili Sözler, Emek İle İlgili Sözleri, Emek Verme Sözleri, Alın Teri Sözleri 2019, Alın Teri Sözleri Kısa, Alın Teri Sözleri Özlü Yaptığınız her işte alın terinizi sonuna kadar dökün. Bir iş ne kadar alın teri ile yapılırsa o kadar değerli olur. Sizler için hazır etmiş olduğumuz Alın Teri sözlerini Twitter, Whatsapp ve Facebook hesaplarınızdan paylaşabilirsiniz. Alın Teri Sözleri Editör Seçimi Bir insan size alın teri ile zengin olduğunu söylerse, ona şu soruyu sorun; kimin alın teriyle ? Don Marquis Küfrün bini bir paraya! Suç eşekte değil sahibi olan eşekte! Herkesin bir sene emekle alın teri döktüğü ekinleri bir saat içinde eşeğine yedirmek isteyen adam tembel tembel gezmemeli, rastladığı ağaca masal söylememeli oğlum! Yakın geçmişin tarım toplumunda insanın can ve ter yoldaşı olan emektar atın öküzün kanını emerek geçinen at sinekleri günümüzde de insanın yakasına etine kanına yapışarak asalaklığını sürdürmektedir. - Alper Akçam Emeksiz yazılan yazı keyifsiz okunur. Samuel Johnson En çok bolluk getiren yağmur alın teridir. Cenap Şahabettin Emek çekiImiş her şey, değerIidir. Mimar Sinan Alın teriyle ıslanan toprak, kurumaz. Alın teriyle kazanılan kutsal ekmek, başı boşluğun getirdiği ekmekten daha tatlıdır. İşçinin ücretini teri soğumadan veriniz. "Belleri kılıçlı İspanyol denizcilerinden, başları hasır şapkalı kolonicilere kadar tüm sömürücüler için Doğu'nun yoksul halkının alın teri ve kanı Avrupa bankalarında banknot oldu, büyük kentlere gökdelen, hastane, okul konser salonu..." Değer verdiğimiz şeylerin çoğu, Büyük Piramit'ten günümüze, fakirlerim ve savaşta yenilmişlerin üzerine inşa edilmiştir. Atalarımızın kanı, alın teri ve gözyaşları olmasa toplum ne halde olurdu gerçekten merak ediyorum. 'Her insan ruhunu mahvedebilir ya da kurtarabilir.' İnsanın hayattaki görevi ruhunu kurtarmaktır ve bunu yapabilmesi için de dindar bir hayat sürmesi gerekir. "Dindar" bir hayat sürebilmesi için; hayatın zevklerini terk etmeli, bir işte alın teri dökmeli, alçakgönüllü olmalı, acı çekmeli ve merhametli olmalıdır. İçinizden biri, rızık talebini bırakıp da mescidde oturmasın. Kim böyle yapar ve "Allah'ım beni rızıklandır" derse, şüphesiz bu, sünnete aykırıdır. Bilirsiniz ki, gökten ne altın yağar, ne de gümüştür. - Emek vermeden bir şeye ulaşmayı düşünmek, hayalperestlikten başka bir şey değildir. - Niyazi Eres Ne karınca zayıf olmakla aç kalır, ne de arslan pençesinin ve kuvvetinin zoruyla karın doyurur. - Sadi Şirazi Büyük değeri olan şeyler ucuza mal olmaz. Bulduğunuz şeyin değeri ararken sarf ettiğimiz emek kadardır. İmam Maverdi Yeter ki bir damla insan teri boşa gitmesin, insan soyunun güzelliği alın terindedir. Yaşar Kemal İşçi emek verendir. Alın teri dökendir. Faiz yerine bereketi tercih edendir. Kimseye boyun bükmeyen rızkını Allah’tan bilendir. Üç günlük dünyaya gereken dokuz öğünü helalinden isteyendir. İşine kattığı niyet ve besmele ile onu ibadete çevirip kaderine düşen rolü dürüst temiz örnek olarak yaşayıp bunları da ameli salihe çevirendir. Veren eldir. Minnet etmeyendir. Mehmet Deveci Alın teriyle elde edilmiş kazanç hem güzel hem temiz hem de helaldir. Bir insan size alın teriyle zengin olduğunu söylerse ona şu soruyu sorun Kimin alın teriyle? Don Marquis Emeğin kutsal bir değer olduğu anlatılmadıkça insanlık için toplum için emek harcanması gerektiği ruhlara yerleştirilmedikçe geleceğimiz karanlıktır. Gündoğdu Yıldırım Büyük değeri oIan şeyIer, ucuza maI oImaz. BuIduğunuz şeyin değeri; ararken sarf ettiğimiz emek kadardır. İmam Maverdi AIın teriyIe ısIanan toprak, kurumaz. İbrahim OIcaytu Hiç kimse, eIinin kazandığından daha hayırIı ve tatIı bir yiyecek yememiştir. AIIah’ın peygamberi Davud da bizzat çaIışarak eIinin emeğini yerdi. Buhari Alın teriyle kazanılan kutsal ekmek, başı boşluğun getirdiği ekmekten daha tatlıdır. İnsanlar kötülüğe yığınla akın eder, çünkü yol düz ve kısadır,fakat iyiliğin önüne Allah alın terini koymuştur. Büyük değeri olan şeyler, ucuza mal olmaz. Bulduğunuz şeyin değeri; ararken sarf ettiğimiz emek kadardır. İmam Maverdi Emek çekilmiş her şey, değerlidir. Mimar Sinan Emek değerdir, ama en yüce değil. Gürbüz Azak İşleri Allah’a ısmarlama tevekkül, ancak, alın teri dökmüşlerin hakkıdır, alın terinin hakkıdır, alın teri sabrının meyvesidir. Kılıç ve saban. Bu iki fatihten birincisi ikincisine daima mağlup oldu. Tarihin bütün vakaları ve hadiseleri hayatın bütün müşahadeleri bunu teyit ediyor. Milletimiz çok büyük elemler mağlubiyetler facialar görmüştür. Bütün bu olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun hikmeti aslisi şudur çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanıyorken öteki eliyle sabanla topraktan ayrılmadı. Başarılı olmanın %99’u alın teri, geri kalan %1’i ise yetenektir. Ne demiş ermiş Tanasi, yeter ki bir damla insan teri boşa gitmesin. İnsan soyunun güzelliği alın terindedir. ... İnsan düşünmeli, elini attığı her zeytin tanesinde, her pirinç, her buğday tanesinde ne kadar çok alın teri, ne kadar çok emek var. “Ona göre mimarî, resim, müzik, edebiyat gibi parfüm de medeniyetin esansı, özü iken, alın teri’, alt tarafı onun tiksinilecek bir atığı idi.” Insan düşünmeli; elini attığı her zeytin tanesinde, her pirinç, her buğday tanesinde ne kadar ne çok alın teri ne kadar çok emek var. Emek sermayeye öncüldür ve ondan bağımsızdır. Sermaye ancak emeğin meyvesidir ve emek olmadan sermaye olmazdı. Emek sermayeden üstündür ve daha büyük önem arz eder. - Abraham Lincoln Aşk iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çabadır çünkü insan kendi bilincine mahkumdur. - Jean Paul Sartre Alın terinin döküldüğü, helal ekmeğin kazanıldığı yerde emek sahibi değil, emek hırsızları zengin olur. “Devletin malı deniz yemeyen domuz” mantığı ile değil emeğin yüceliği değeriyle ülke bireyleri yetiştirilmelidir. Emek vermeden taş taş üstüne konamayacağı öğretilmelidir. Güzel bir gelecek için bedelinin ödenmesi gerçeği tüm ülke bireylerinin beyinlerine kazınmalıdır. Gündoğdu Yıldırım Kapitalizmin kuralıdır üretim sürecinde emeğin maliyetinin artışı kâr oranını azaltır. Bu maliyetin içinde en temel olan işçilerin ücretleridir işçi sağlığı ve güvenliği maliyetleri de bu başlık altında ele alınır. Günümüz dünyasında mevcut işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri sanıldığı gibi işverenlerin yufka yürekleri ile ilişkili değildir. Nilay Etiler KıIıç ve saban. Bu iki fatihten birincisi ikincisine daima mağIup oIdu. Tarihin bütün vakaIarı ve hadiseIeri, hayatın bütün müşahadeIeri bunu teyit ediyor. MiIIetimiz çok büyük eIemIer, mağIubiyetIer, faciaIar görmüştür. Bütün bu oIanIardan sonra yine bu toprakIarda buIunuyorsa, bunun hikmeti asIisi şudur; çünkü Türk çiftçisi bir eIiyIe kıIıcını kuIIanıyorken, öteki eIiyIe sabanIa topraktan ayrıImadı. Mustafa KemaI Atatürk Yakın geçmişin tarım topIumunda insanın can ve ter yoldaşı oIan emektar atın, öküzün kanını emerek geçinen at sinekIeri, günümüzde de insanın yakasına, etine, kanına yapışarak asaIakIığını sürdürmektedir. AIper Akçam Büyük olmanın yolu da, deha gibi çalışma ve alın terinden geçer. Alın teriyle ıslanan toprak kurumaz Ibrahim Olcaytu En çok bolluk getiren yağmur, alın teridir. İnsanlar kötülüğe yığınla akın eder, çünkü yol düz ve kısadır,fakat iyiliğin önüne Allah alın terini koymuştur. Hesiodos Emeksiz yazılan yazı keyifsiz okunur. Diriliş yolu, alın teri yoludur. Tunus’ta bir üniversiteli gencin kendini yakmasıyla başlayıp dalga dalga tüm Arap ülkelerine yayılan isyan hareketlerinin öğrettiği çok şey var. Tunus’ta ve Mısır’da insanlar ellerinde “ekmek” ile yürüyüşe geçti. El-Hurriye özgürlük, er-Rağife ekmek ve eş-Şerife onur diye yeri göğü inlettiler. Pide ekmeklerin üzerine el-Cu’i açlık ve el-Fakr yoksulluk yazılarıyla çığlık çığlığa bağırdılar. Gel gör ki en “tuzu kurular” bizimkiler çıktı. Çünkü takip edebildiğim kadarıyla destek eylemlerinde “İslamcılar” zinhar ağızlarına “ekmek, açlık, yoksulluk” kelimelerini almadılar, almıyorlar. Bun sözleri “boğaz davası” diye aşağıladılar, aşağılıyorlar. Keza sol guruplar da zihnar “Allah, Allahuekber” diyemediler, diyemiyorlar. Oysa en azından saygı gösterip onların dilini kullanmaları gerekmiyor mu? “Allah, ekmek, özgürlük” diye bağırılırken İslamcıların “ekmek”, solcuların da “Allah” sözünden kaçtıklarını gözlerimle gördüm. Çok tuhaf. Tuhaftan da öte “Allah’ın sesi ile yoksulun sesini ayırma projesi” dediğimiz operasyonun trajik kurbanları olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bir taraf “açlık, yoksulluk, ezilen” diyor Allah diyemiyor, diğer taraf “Allah, din, iman” diyor açlık, yoksulluk, emek diyemiyor. Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça… Oysa Tunus’tan yayılan isyan dalgası bunu nasıl da aştı. İnsanlar ellerinde ekmeklerle yürüdüler ve meydanlar “Özgürlük, Ekmek, Onur, Allahuekber” sesleriyle inledi, inliyor… *** Bakın, Anadolu’nun bir köyüne veya kasabasına gidin. İnsanların yerde gördükleri iki şeyi alıp öperek yukarı koyduklarını göreceksiniz; Kur’an ve ekmek… Kur’an ve ekmek… Allah ve emek… Özgürlük ve onur… Yeryüzünde bundan daha yüce, bundan daha büyük bir dava var mıdır? “Ekmek” emeğin sembolüdür. “Emek” Kur’an’da yegane insani değerdir; “İnsan için emeğinden başkası yoktur.” Necm; 39 der Kur’an. Emeğin hakkı Allah’ın hakkıdır. Yoksula vermek Allah’a vermektir. Emeği sömürmek Kur’an’a göre en büyük günah olup Allah’a şirk koşmak demektir. Emek sa’y, açlık cu’i ve yoksulluk kavramları Kur’an söyleminin özüdür. Çünkü Kur’an bunların sesi, soluğu ve çığlığı olarak doğmuştur. Başta tevhid ve şirk olmak üzere diğer bir çok kavram bunlarla ilgilidir. İslam’ı bunlardan koparırsanız “tapınak dinine” ve “zengin eğlencesine” çevirmiş olursunuz. Bakın nasıl… *** [SA’Y] Sözlükte kökü mastar olarak “çalışmak, koşmak” demektir. Çaba, gayret sa’y, mesâi, iş, çalışma,mesâ’î, bir adamı kendi emeği ile geçinir hale getirmek is’â, koşuşmak, koşuşturmak tesâî, laf getirip götüren es-sâî, haber getirip götüren, postacı sâî kelimeleri bu köktendir… Görüldüğü gibi koşturma, çalışma, iş, mesâi anlamına gelen sa’y kavramı Türkçede “alınteri, emek” dediğimiz şeyi çağrıştırır. Ayet “İnsanın emeğinden/alınterinden başkasını alma hakkı yoktur” ölümsüz ölçüsünü getiriyor. Ayette geçen insan için li’l-insani ifadesi sahiplik ifade eder ve insanın bir şeyi alması, kendine ait kılması manası verir. Bu nedenle Türkçede sa’y kavramını karşılayacak en iyi iki kelime “emek” ve “alın teri” sözcükleridir. “Alın” Eski Türkçe’deki “almak” sözcüğünden geliyor. “Alın” Türkçede şahsiyet, kişilik ifade eder. “Alın teri, alınyazısı, alnı ak yüzü açık, alnına kara leke sürmek, alnından silinmemek, alnından ter boşanmak” vs. sözlerinde geçen “alın” bu manadadır. Demek ki insanın şahsiyeti esasında “almak” ile ilgili bir şeydir. Hep alanın hiç vermeyenin, yani kendi emeği ile geçinmeyen birinin kişilikli, şahsiyetli, alınlı, alnı açık olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim “Eli ekmek tutmak, tuttuğunu koparmak, ekmeğini taştan çıkarmak, bir baltaya sap olmak” deyimleri de doğrudan bu kişilikle ilgilidir. Şu halde kişinin “şahsiyet” olması “alın teri” ile doğru orantılıdır. Kuran’ın “Ancak senden yardım isteriz” iyyake nesta’in ifadesi boşuna söylenmiyor. Burada “Kimseden bir şey almayın, istemeyin ancak hep verin, dağıtın, paylaşın” mesajı vardır. Doğrusu bu son derece zor bir iştir. Zira insan kimseden yardım istemeden, yalnızca Allah’tan yardım isteyerek nasıl yaşabilir? Bunun manası nedir? Öyle görünüyor ki bunun amacı bütün görkemi ile hayatın içindeki “o tek kişilik insanı” öne çıkarmaktır. İnsanın kendi imkânlarını, yeteneklerini, çabasını, emeğini, alın terini yüceltmektir. Çünkü sadece Allah’tan yardım istemek, Allah dış dünyada somut bir nesne olmadığı için sonuçta insanın bir başına kalması demektir. Bu durumda insan kendi çabası ve doğal yeteneklerine güvenmeli, yaşayan hayat ve açık tabiattan ekmeğini çıkarmalıdır. Bu aynı zamanda Allah’a dayanmak, O’ndan başkasına yönelmemek demektir. Zira hayat ve tabiat Allah’ın davranışı ve karakteridir. “Rezzak” sıfatının tecelligâhıdır. Yani alırken yaşayan hayata ve açık tabiata; Allah’ın rızkının tecelligâhına, verirken insanlara yönelen bir kişilik… Öte yandan “emek” kelimesi de eski Türkçe’de 7. yy zahmet ve sıkıntı çekmek anlamına gelen “emgemek” sözcüğünden geliyor. Şu halde emek ve alın teri sözcükleri, koşturma sonucu terlemek, başkasından almamak için kendisi çalışmak, koşturmak, ter dökmek, bunun için zahmet ve sıkıntı çekmek, böylece kendi şahsiyetini oluşturmak manasında sa’y kelimesinin tam karşılığı olur. Demek ki emek ve alın teri s’ay insan hayatının yegâne değeridir. Bunun dışındaki tüm “almalar” başkasına ait olanı “çalmalar” demek olur. Hiçbir emek sarf etmeden başkasının sırtından geçinenler, tek damla alın teri olmadığı halde hesapsız para kazananlar, çalanlar, çırpanlar, soyanlar… Bunların hepsi emek hırsızları olup, yaptıklarının hesabını vermeden varlık âleminden çekilemeyeceklerdir. Mezara girerek kendini unutturduğunu sananlar yanıldıklarını anladıklarında iş işten çoktan geçmiş olacaktır. Şu halde Türkçede“El emeği göz nuru dökmek, koşuşturmak, çalışıp çabalamak, ter dökmek, anasının ak sütü gibi helâl olmak” deyimleri “sa’y-u gayret” anlamında değer olarak vazediliyor ve insan için yegane edim buna bağlanıyor… *** [CU’İ] “Açlık” demektir. Açlık Kur’an’da önemli üzerinde durulan bir kavramdır. Bir çok yerde geçer ama bir “terim” olarak şunu ifade eder; Malum, kıssaların anasında Adem kıssası Allah’ın istediği dünya cennet, kimsenin “aç” yeme-içme ihtiyacından mahrum, “çıplak”giyinme ve barınma ihtiyacından mahrum, “susuz” yaşamı sağlayan diğer temel ve zaruri ihtiyaçlardan mahrum olmadığı ve “güneşin sıcağında yanmayan” saldırı tehditlerine karşı güven içinde bir dünyadır. Taha; 20/118-119. Fakat bu bir takım muhterislerin kendi eleriyle yaptıkları yüzünden gerçekleşememektedir. Kur’an bir ülkenin açlık ve şiddetli yoksulluğa düşme sebebini şöyle açıklar “Bir ülke düşünün; halkı güven ve huzur içinde yaşıyor. Bolluk ve refah içinde yüzüyorlar. Derken Allah’ın nimetlerini inkar ediyorlar. Yaptıklarına karşılık Allah da onları açlık ve korkuyla tanıştırıyor.” Nahl; 16/112. Onların yaptıkları neydi ki açlık, yoksulluk ve korkuyla tanıştılar tattılar? Bunu anlamak için Kur’an’ın dünyasında özel bir anlama sahip “Allah’ın nimetlerini inkar etmek” tabirini iyi anlamak lazımdır. Bakın aynı sure içinde bu nasıl açıklanıyor “Zenginler rızıkta üstün kılınanlar mallarını Arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?” Nahl; 16/71. Demek ki bir ülkede açlık ve yoksulluk “kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerinin” yani “üsttekilerin” mülkiyet hırsıyla “alttakiler” ile eşit hale gelmek istememeleri yüzünden olmaktadır. Bu durumun sürüp gitmesi Allah’ın nimetini rızık ve rızık kaynaklarını inkar ve halka karşı işlenmiş bir suçtur. Bugün için açlık ve yoksulluk Kur’an’ın mantığı açısından birince dereceden bir sorundur. Bütün her şey bundan sonra gelir. “Açlık, korku ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edilme” sanıldığının aksine, Allah’ın bunları kullarına musallat edip gökten olup bitenleri seyretmesi değildir. Bilakis rızık ve rızık kaynaklarını mülkiyetlerine geçirerek açlık ve yoksulluğa neden olanlar engellenmezse bunların sürüp gideceği, belamızı kendimiz istediğimiz için Allah’ın da bunu bize tattıracağının varlığın hayatın diliyle konuşularak hatırlatılmasıdır… *** Kur’an’da yoksulluk kavramı ise bir değil; bir çok kavram halinde geçer. En önemlileri şunlardır; [FUKARÂ] “Fakirler” demektir. Kök olarak “Omurga kemiği kırılmış” manasındadır. Türkçe’de “fıkra” da aynı kökten. Bu durumda “fıkra anlatmak” yazı gibi tüm ayrıntıları içermeyen, kırılmış omurga gibi atlanmış, kırık anlatım demek. Eskiden köşe yazarlarına “fıkra muharriri” denirdi. Yani anlatımı zayıf, konularını derinlemesine ele almayan, üstünkörü yazan manasında. Arap zayıf deveye de “fakr” demiş… Terim olarak fakirin, türlü tanımlar yapılmışsa da üzerinde ittifak edilen görüş “temel ve zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan kimse” olduğudur. Bunlar da insanoğluna şu dünyada lazım olan yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarıdır. İşte bunları kendi çabası ile karşılayamayan kimseye fakir veya yoksul diyoruz. Kişi bunları karşılayamayınca beli bükülüyor, “omurgası kırılıyor” ve dik duramaz hale geliyor. Kur’an’da yoksuluk için en çok kullanılan kavram budur. Hemen hemen tüm zekat, infak, sadaka, karz, i’ta vb. vermeye yönelik ayetlerde ilk sırada geçer. Günümüzde “işsiz” kategorisine takâbül ettiği söylenebilir. Çünkü işsizin yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayacak bir işi olmadığı için geliri de yoktur. Bu durumda işsiz beli bükük, omurgası kırık kişi olur. [MESÂKİN] “Yoksullar” demektir. Kök olarak “sakin olan, susan, duran, dinen şey” manasındadır. “Sukûn” hareketin durması, “seken” ise mülkü olmadığı halde kira veya başka bir şekilde evde oturmak demektir. “Meskûn mahal” veya “Mahalle sâkinleri” buradan gelir. Fukarâ ile mesâkin arasında şöyle bir fark olduğu söylenebilir Fukâra işsiz olduğu için zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak gelirden yoksun olanlar, mesâkin de işi olduğu halde geliri zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyenler, bu nedenle de geçim sıkıntısı çekenler demektir. Öyleki işi olduğu, kira da olsa bir evde meskun bulunduğu için görenler onu hali vakti yerinde birisi sanmaktadır. Halbuki geliri zaruri ihtiyaçlarını bile karşılamaya yetmemekte, geçim sıkıntısı çekmekte ve bunu da sâkin durarak, susarak kimselere söylememektedir. İşte mesâkin budur… [BÂİS] “Şiddetli sıkıntı çeken” demektir. Şiddetli darlık, yokluk, çaresizlik, açlık, savaş manalarına gelir. Fukarâ ve mesâkin’den daha şiddetli yoksulluğu ifade eder. İbn Abbas’a göre Bâis, şiddetli yoksulluğu yüzünden ve elbisesinden belli olan kimsedir. Çünkü fakirin fiziki görünümü böyle değildir. Fakirin elbisesi temizdir ve yeterli gıda aldığı da yüzünden belli olmaktadır Razi. Bu durumda Bâisûn, şiddetli fakr-u zaruret içinde olduklarından istemek zorunda bırakılan hatta yalvartılan “yalınayaklıları” ifade “el-Bâise’l-Fakîr” şeklinde geçer. Hac; 22/28. [MUMLİG] “Fakir düşmekten korkan” demektir. Kur’an’da şöyle geçer “Yoksulluk korkusuyla imlâg çocuklarınızı öldürmeyin” En’am; 6/151, “Yoksulluk korkusuyla imlâg çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır” İsra; 17/31. Mumlig ile memluk arasında yakınlık olduğu anlaşılıyor. Memluk başkasına köle olmuş kimse demektir. Kur’an’ın indiği dönemde Mekkeliler kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekteydi. Çünkü yoksulluk belasından Mekkeli tefeci bezirgânlardan borç para almakta, daha sonra bunları ödeyememekte ve tefeciye köle olmaktaydılar. Eşlerini ve kızlarını da onlara vermekte ve umumhanelerinde çalıştırılma zilletine katlanmak zorunda kalmaktaydılar. İleride kızlarının başına bu gelmesin diye de çocuklarını diri diri gömmekteydiler. İşte bu çeşit yoksulluk “İleride tefecinin eline düşerek yoksullaşır, ona köle olur, beni, eşimi veya kızımı ne olur bırak diye yalvarmak zorunda kalırım” korkusunu ifade ediyor. Onun için olsa gerek mumlig, sözlüklerde “boyun eğen ve yalvaran yoksul” diye tarif edilmiş İbn Manzur. [MAHRÛM] “Yasaklanmış” demektir. Türkçe’de de kullanılan “mahrum bırakılmak” manasındadır. Diğer yoksulluk kavramlarından farkı elinden bir iş geldiği, bilgisi ve becerisi olduğu halde haksız yere bunları kullanma imkanı kendisine verilmeyen, yasak konan, engellenen, bundan dolayı da yoksul ve muhtaç duruma düşen demektir. “Kamu hizmetinden mahrumiyet” bunu ifade eder. Kur’an’da zenginlerin malında yoksullar sâil ve mahrûm için hak olduğu söylenirken geçer. Zariyat; 19/51, Mearic; 50/25. Genel olarak da Allah’ın yarattığı rızık ürün ve rızık kaynaklarından üretim araçları mahrum bırakılan bütün yoksulları ifade eder. [MUHTAÇ] “İhtiyaç sahibi” demektir. Hacet, ihtiyaç, muhtaç kelimeleri buradan gelir. Kur’an’da Allah’ın yarattığı rızık ürün ve rızık kaynaklarına üretim araçları insanların ihtiyaç duyması manasında kullanılır. Allah evcil hayvanları yaratmıştır ki insanlar yiyeceklerini ve binitlerini onlarla karşılasın diye. Nice faydaları olan bu hayvanlarla “ihtiyaçlar” giderilir Mu’min; 40/80. Gemiler, su, ırmak, deniz, toprak, bahçe ve madenlerde de nice faydalar vardır. Bütün bu rızık ve rızık kaynakları insanlar içindir. Fakat bunların etraflarına “çit” çevirilip özel mülkiyete alınması yüzünden Allah’ın kullarından kimileri buralara sokulmamakta, dışarıda tutulmaktadır. İşte “muhtaç” bunlardan uzak tutulan, yararlandırılmayan kimsedir. Oysa “iman” kalplerine yerleşmiş olanlar ve daha önceden buralara rızık ve rızık kaynaklarına yerleşenler, sonradan gelenleri hicret edenleri sevgiyle bağırlarına basarlar ve onlara verilenlerden dolayı haset etmezler. Kendilerinin “ihtiyacı” olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Kim bencilce hırslarından servet, siyaset, şehvet, şöhret tutkusundan arınırsa işte onlar kurtulmuştur Haşr; 59/9. [SÂİL] “İsteyen” demektir. Daha doğrusu istemek zorunda kalan manasındadır. Yukarıdaki “Bâis” ile benzer anlamdadır. Bâis’de istemenin nedeni şiddetli fakr-u zaruret öne çıkarılırken, Sâil de şiddetli fakr-u zaruretin sonucu isteme, dilenme, yalvarma öne çıkarılır. Bu duruma düşmüş olan için peygambere şöyle emredilir’; “Sakın isteyeni/yalvaranı azarlama!”Duha; 93/10. Keza bu tabir, Allah’ın, yarattığı dünya nimetlerini ona ihtiyacı olanlar/isteyenler arasında “eşitçe” takdir ettiğini söylerken de kullanılır “Yeryüzünde sabit dağlar yarattı. Yeryüzünü rızık ve ürünlerle bereketlendi. Orada ihtiyacı olanlar/isteyenler sevaen li’s-sâilîn eşitçe paylaşsın diye dört günde dört mevsim gıdalar takdir etti.” Fussilet; 41/10. Sâil, aynı zamanda suâl soran demek, mes’ele de buradan gelir. Dolayısıyla soru soranı, bir mes’elesi olduğunu söyleyeni, senden yardım isteyeni sakın azarlama, küçük görme manasına da gelir. [YETİM] “Öksüz” demektir. Arapların “eşsiz inci” durre yetim sözünden alınmıştır. İnci nasıl diğer taşlar arasında benzersiz ise yetim de diğer insanlar arasında kimsesi olmaması bakımından benzersizdir. Öksüz, eski Türkçe’de Anne ög kelimesinin süz, sız olumsuzlama ekiyle kullanılmasından geliyor. Göğüssüz öğ-süz yani yaslanacak bir anne göğsü bulamayan demek. Kur’an’da yukarıdaki sâil için söylenen aynen yetim için de söylenir “Sakın öksüzü hor görme/üzme” Duha; 93/9. Daha geniş açıdan bakarsak, bugün için kimisi annesi babası olmama anlamında, onları bir şekilde kaybetme anlamında, kimisi toplumu içinde yalnız kalma anlamında öksüzdür. Babası, annesi olmayan, toplumunda yanlış anlaşılan, doğruyu söylediği için dokuz köyden kovulan, onca gürültü arasında sesini duyuramayan, sözü yarım kalan, dışlanan, mahkûm edilen, çaresiz kalan, kapısı çalınmayan, unutulan, terk edilen, taşlanan herkese öksüz demek icap eder… *** Mağaradan şehre inen adam “Beni örtün, beni örtün” dedi. Eşi Hatice onu şöyle teselli etti “Sen öksüzü korursun, yoksulun yanında olursun ve asla yalan söylemezsin. Bu duyduğun ses İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya gelenin aynısı Namus-u Ekber’dir, korkma.” Bu sözler daha sonra Mâun adıyla sure oldu, ayetleşti. Öksüzü korumak… Yoksulun yanında olmak… Ve asla yalan söylememek… Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol. Ey “emek, açlık, yoksulluk” kelimelerini ağızlarına alamayan tuzu kurular! “Öksüzü korumadan”, “yoksulun yanında olmadan” İslam mı olur sanıyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Sizinki hangi din? Oluşturulma Tarihi Nisan 02, 2021 0443''Emge'' fiilinden türetilen emek kelimesi, sıkıntı ve zorluk anlamına gelir. Günümüzde ise daha çok çaba sarf etmek manasında kullanılmaktadır. Emek vermek ne demek? Merak edenler için örnek cümlelerle birlikte bu deyim ile eş ve yakın anlamlı birçok tabir yer almaktadır ''Alın teri dökmek'', ''Gece gündüz demeden çalışmak'' ve ''Canını dişine takmak'' deyimleri bir işe ne kadar emek verildiğini anlatmak için sıklıkla kullanılır. Emek Vermek Ne Demek? Emek vermek, bir işi nihayete erdirmek için çabalamak ve mücadele etmek demektir. Sadece çalışıp yorularak değil, birisi için fedakarlık yaparak da emek verilebilir. Örneğin birisi için uykusuz ya da aç kalmak. Emek Vermek Deyiminin Anlamı TDK TDK'ya göre emek vermek deyiminin iki anlamı vardırAnlamı Bir işin zamanında ve karşı tarafın tüm beklentilerini karşılayacak şekilde yapabilmek için Özene bezene yapmak, gayret göstermek. Emek Vermek Örnek Cümle İçinde Kullanımı 1- İnsan verdiği emeklerin karşılığını göremeyince hayal kırıklığına uğruyor. 2- Verdiğin emeklerin karşılığını çok yakın zamanda alacağına eminim. Tunus’ta bir üniversiteli gencin kendini yakmasıyla başlayıp dalga dalga tüm Arap ülkelerine yayılan isyan hareketlerinin öğrettiği çok şey var. Tunus’ta ve Mısır’da insanlar ellerinde “ekmek” ile yürüyüşe geçti. El-Hurriye özgürlük, er-Rağife ekmek ve eş-Şerife onur diye yeri göğü inlettiler. Pide ekmeklerin üzerine el-Cu’i açlık ve el-Fakr yoksulluk yazılarıyla çığlık çığlığa bağırdılar. Gel gör ki en “tuzu kurular” bizimkiler çıktı. Çünkü takip edebildiğim kadarıyla destek eylemlerinde “İslamcılar” zinhar ağızlarına “ekmek, açlık, yoksulluk” kelimelerini almadılar, almıyorlar. Bu sözleri “boğaz davası” diye aşağıladılar, aşağılıyorlar. Keza sol guruplar da zihnar “Allah, Allahuekber” diyemediler, diyemiyorlar. Oysa en azından saygı gösterip onların dilini kullanmaları gerekmiyor mu? “Allah, ekmek, özgürlük” diye bağırılırken İslamcıların “ekmek”, solcuların da “Allah” sözünden kaçtıklarını gözlerimle gördüm. Çok tuhaf. Tuhaftan da öte “Allah’ın sesi ile yoksulun sesini ayırma projesi” dediğimiz operasyonun trajik kurbanları olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bir taraf “açlık, yoksulluk, ezilen” diyor Allah diyemiyor, diğer taraf “Allah, din, iman” diyor açlık, yoksulluk, emek diyemiyor. Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça… Oysa Tunus’tan yayılan isyan dalgası bunu nasıl da aştı. İnsanlar ellerinde ekmeklerle yürüdüler ve meydanlar “Özgürlük, Ekmek, Onur, Allahuekber” sesleriyle inledi, inliyor… *** Bakın, Anadolu’nun bir köyüne veya kasabasına gidin. İnsanların yerde gördükleri iki şeyi alıp öperek yukarı koyduklarını göreceksiniz; Kur’an ve ekmek… Kur’an ve ekmek… Allah ve emek… Özgürlük ve onur… Yeryüzünde bundan daha yüce, bundan daha büyük bir dava var mıdır? “Ekmek” emeğin sembolüdür. “Emek” Kur’an’da yegane insani değerdir; “İnsan için emeğinden başkası yoktur.” Necm; 39 der Kur’an. Emeğin hakkı Allah’ın hakkıdır. Yoksula vermek Allah’a vermektir. Emeği sömürmek Kur’an’a göre en büyük günah olup Allah’a şirk koşmak demektir. Emek sa’y, açlık cu’i ve yoksulluk kavramları Kur’an söyleminin özüdür. Çünkü Kur’an bunların sesi, soluğu ve çığlığı olarak doğmuştur. Başta tevhid ve şirk olmak üzere diğer bir çok kavram bunlarla ilgilidir. İslam’ı bunlardan koparırsanız “tapınak dinine” ve “zengin eğlencesine” çevirmiş olursunuz. Bakın nasıl… *** [SA’Y] Sözlükte kökü mastar olarak “çalışmak, koşmak” demektir. Çaba, gayret sa’y, mesâi, iş, çalışma, mesâ’î, bir adamı kendi emeği ile geçinir hale getirmek is’â, koşuşmak, koşuşturmak tesâî, laf getirip götüren es-sâî, haber getirip götüren, postacı sâî kelimeleri bu köktendir… Görüldüğü gibi koşturma, çalışma, iş, mesâi anlamına gelen sa’y kavramı Türkçede “alınteri, emek” dediğimiz şeyi çağrıştırır. Ayet “İnsanın emeğinden/alınterinden başkasını alma hakkı yoktur” ölümsüz ölçüsünü getiriyor. Ayette geçen insan için li’l-insani ifadesi sahiplik ifade eder ve insanın bir şeyi alması, kendine ait kılması manası verir. Bu nedenle Türkçede sa’y kavramını karşılayacak en iyi iki kelime “emek” ve “alın teri” sözcükleridir. “Alın” Eski Türkçe’deki “almak” sözcüğünden geliyor. “Alın” Türkçede şahsiyet, kişilik ifade eder. “Alın teri, alınyazısı, alnı ak yüzü açık, alnına kara leke sürmek, alnından silinmemek, alnından ter boşanmak” vs. sözlerinde geçen “alın” bu manadadır. Demek ki insanın şahsiyeti esasında “almak” ile ilgili bir şeydir. Hep alanın hiç vermeyenin, yani kendi emeği ile geçinmeyen birinin kişilikli, şahsiyetli, alınlı, alnı açık olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim “Eli ekmek tutmak, tuttuğunu koparmak, ekmeğini taştan çıkarmak, bir baltaya sap olmak” deyimleri de doğrudan bu kişilikle ilgilidir. Şu halde kişinin “şahsiyet” olması “alın teri” ile doğru orantılıdır. Kuran’ın “Ancak senden yardım isteriz” iyyake nesta’in ifadesi boşuna söylenmiyor. Burada “Kimseden bir şey almayın, istemeyin ancak hep verin, dağıtın, paylaşın” mesajı vardır. Doğrusu bu son derece zor bir iştir. Zira insan kimseden yardım istemeden, yalnızca Allah’tan yardım isteyerek nasıl yaşabilir? Bunun manası nedir? Öyle görünüyor ki bunun amacı bütün görkemi ile hayatın içindeki “o tek kişilik insanı” öne çıkarmaktır. İnsanın kendi imkânlarını, yeteneklerini, çabasını, emeğini, alın terini yüceltmektir. Çünkü sadece Allah’tan yardım istemek, Allah dış dünyada somut bir nesne olmadığı için sonuçta insanın bir başına kalması demektir. Bu durumda insan kendi çabası ve doğal yeteneklerine güvenmeli, yaşayan hayat ve açık tabiattan ekmeğini çıkarmalıdır. Bu aynı zamanda Allah’a dayanmak, O’ndan başkasına yönelmemek demektir. Zira hayat ve tabiat Allah’ın davranışı ve karakteridir. “Rezzak” sıfatının tecelligâhıdır. Yani alırken yaşayan hayata ve açık tabiata; Allah’ın rızkının tecelligâhına, verirken insanlara yönelen bir kişilik… Öte yandan “emek” kelimesi de eski Türkçe’de 7. yy zahmet ve sıkıntı çekmek anlamına gelen “emgemek” sözcüğünden geliyor. Şu halde emek ve alın teri sözcükleri, koşturma sonucu terlemek, başkasından almamak için kendisi çalışmak, koşturmak, ter dökmek, bunun için zahmet ve sıkıntı çekmek, böylece kendi şahsiyetini oluşturmak manasında sa’y kelimesinin tam karşılığı olur. Demek ki emek ve alın teri s’ay insan hayatının yegâne değeridir. Bunun dışındaki tüm “almalar” başkasına ait olanı “çalmalar” demek olur. Hiçbir emek sarf etmeden başkasının sırtından geçinenler, tek damla alın teri olmadığı halde hesapsız para kazananlar, çalanlar, çırpanlar, soyanlar… Bunların hepsi emek hırsızları olup, yaptıklarının hesabını vermeden varlık âleminden çekilemeyeceklerdir. Mezara girerek kendini unutturduğunu sananlar yanıldıklarını anladıklarında iş işten çoktan geçmiş olacaktır. Şu halde Türkçede “El emeği göz nuru dökmek, koşuşturmak, çalışıp çabalamak, ter dökmek, anasının ak sütü gibi helâl olmak” deyimleri “sa’y-u gayret” anlamında değer olarak vazediliyor ve insan için yegane edim buna bağlanıyor… *** [CU’İ] “Açlık” demektir. Açlık Kur’an’da önemli üzerinde durulan bir kavramdır. Bir çok yerde geçer ama bir “terim” olarak şunu ifade eder; Malum, kıssaların anasında Adem kıssası Allah’ın istediği dünya cennet, kimsenin “aç” yeme-içme ihtiyacından mahrum, “çıplak” giyinme ve barınma ihtiyacından mahrum, “susuz” yaşamı sağlayan diğer temel ve zaruri ihtiyaçlardan mahrum olmadığı ve “güneşin sıcağında yanmayan” saldırı tehditlerine karşı güven içinde bir dünyadır. Taha; 20/118-119. Fakat bu bir takım muhterislerin kendi eleriyle yaptıkları yüzünden gerçekleşememektedir. Kur’an bir ülkenin açlık ve şiddetli yoksulluğa düşme sebebini şöyle açıklar “Bir ülke düşünün; halkı güven ve huzur içinde yaşıyor. Bolluk ve refah içinde yüzüyorlar. Derken Allah’ın nimetlerini inkar ediyorlar. Yaptıklarına karşılık Allah da onları açlık ve korkuyla tanıştırıyor.” Nahl; 16/112. Onların yaptıkları neydi ki açlık, yoksulluk ve korkuyla tanıştılar tattılar? Bunu anlamak için Kur’an’ın dünyasında özel bir anlama sahip “Allah’ın nimetlerini inkar etmek” tabirini iyi anlamak lazımdır. Bakın aynı sure içinde bu nasıl açıklanıyor “Zenginler rızıkta üstün kılınanlar mallarını Arada fark kalmaz, eşit hale geliriz’ diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?” Nahl; 16/71. Demek ki bir ülkede açlık ve yoksulluk “kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenlerinin” yani “üsttekilerin” mülkiyet hırsıyla “alttakiler” ile eşit hale gelmek istememeleri yüzünden olmaktadır. Bu durumun sürüp gitmesi Allah’ın nimetini rızık ve rızık kaynaklarını inkar ve halka karşı işlenmiş bir suçtur. Bugün için açlık ve yoksulluk Kur’an’ın mantığı açısından birince dereceden bir sorundur. Bütün her şey bundan sonra gelir. “Açlık, korku ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edilme” sanıldığının aksine, Allah’ın bunları kullarına musallat edip gökten olup bitenleri seyretmesi değildir. Bilakis rızık ve rızık kaynaklarını mülkiyetlerine geçirerek açlık ve yoksulluğa neden olanlar engellenmezse bunların sürüp gideceği, belamızı kendimiz istediğimiz için Allah’ın da bunu bize tattıracağının varlığın hayatın diliyle konuşularak hatırlatılmasıdır… *** Kur’an’da yoksulluk kavramı ise bir değil; bir çok kavram halinde geçer. En önemlileri şunlardır; [FUKARÂ] “Fakirler” demektir. Kök olarak “Omurga kemiği kırılmış” manasındadır. Türkçe’de “fıkra” da aynı kökten. Bu durumda “fıkra anlatmak” yazı gibi tüm ayrıntıları içermeyen, kırılmış omurga gibi atlanmış, kırık anlatım demek. Eskiden köşe yazarlarına “fıkra muharriri” denirdi. Yani anlatımı zayıf, konularını derinlemesine ele almayan, üstünkörü yazan manasında. Arap zayıf deveye de “fakr” demiş… Terim olarak fakirin, türlü tanımlar yapılmışsa da üzerinde ittifak edilen görüş “temel ve zaruri ihtiyaçlarını karşılayamayan kimse” olduğudur. Bunlar da insanoğluna şu dünyada lazım olan yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarıdır. İşte bunları kendi çabası ile karşılayamayan kimseye fakir veya yoksul diyoruz. Kişi bunları karşılayamayınca beli bükülüyor, “omurgası kırılıyor” ve dik duramaz hale geliyor. Kur’an’da yoksuluk için en çok kullanılan kavram budur. Hemen hemen tüm zekat, infak, sadaka, karz, i’ta vb. vermeye yönelik ayetlerde ilk sırada geçer. Günümüzde “işsiz” kategorisine takâbül ettiği söylenebilir. Çünkü işsizin yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayacak bir işi olmadığı için geliri de yoktur. Bu durumda işsiz beli bükük, omurgası kırık kişi olur. [MESÂKİN] “Yoksullar” demektir. Kök olarak “sakin olan, susan, duran, dinen şey” manasındadır. “Sukûn” hareketin durması, “seken” ise mülkü olmadığı halde kira veya başka bir şekilde evde oturmak demektir. “Meskûn mahal” veya “Mahalle sâkinleri” buradan gelir. Fukarâ ile mesâkin arasında şöyle bir fark olduğu söylenebilir Fukâra işsiz olduğu için zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak gelirden yoksun olanlar, mesâkin de işi olduğu halde geliri zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyenler, bu nedenle de geçim sıkıntısı çekenler demektir. Öyleki işi olduğu, kira da olsa bir evde meskun bulunduğu için görenler onu hali vakti yerinde birisi sanmaktadır. Halbuki geliri zaruri ihtiyaçlarını bile karşılamaya yetmemekte, geçim sıkıntısı çekmekte ve bunu da sâkin durarak, susarak kimselere söylememektedir. İşte mesâkin budur… [BÂİS] “Şiddetli sıkıntı çeken” demektir. Şiddetli darlık, yokluk, çaresizlik, açlık, savaş manalarına gelir. Fukarâ ve mesâkin’den daha şiddetli yoksulluğu ifade eder. İbn Abbas’a göre Bâis, şiddetli yoksulluğu yüzünden ve elbisesinden belli olan kimsedir. Çünkü fakirin fiziki görünümü böyle değildir. Fakirin elbisesi temizdir ve yeterli gıda aldığı da yüzünden belli olmaktadır Razi. Bu durumda Bâisûn, şiddetli fakr-u zaruret içinde olduklarından istemek zorunda bırakılan hatta yalvartılan “yalınayaklıları” ifade eder. Kur’an’da “el-Bâise’l-Fakîr” şeklinde geçer. Hac; 22/28. [MUMLİG] “Fakir düşmekten korkan” demektir. Kur’an’da şöyle geçer “Yoksulluk korkusuyla imlâg çocuklarınızı öldürmeyin” En’am; 6/151, “Yoksulluk korkusuyla imlâg çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır” İsra; 17/31. Mumlig ile memluk arasında yakınlık olduğu anlaşılıyor. Memluk başkasına köle olmuş kimse demektir. Kur’an’ın indiği dönemde Mekkeliler kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekteydi. Çünkü yoksulluk belasından Mekkeli tefeci bezirgânlardan borç para almakta, daha sonra bunları ödeyememekte ve tefeciye köle olmaktaydılar. Eşlerini ve kızlarını da onlara vermekte ve umumhanelerinde çalıştırılma zilletine katlanmak zorunda kalmaktaydılar. İleride kızlarının başına bu gelmesin diye de çocuklarını diri diri gömmekteydiler. İşte bu çeşit yoksulluk “İleride tefecinin eline düşerek yoksullaşır, ona köle olur, beni, eşimi veya kızımı ne olur bırak diye yalvarmak zorunda kalırım” korkusunu ifade ediyor. Onun için olsa gerek mumlig, sözlüklerde “boyun eğen ve yalvaran yoksul” diye tarif edilmiş İbn Manzur. [MAHRÛM] “Yasaklanmış” demektir. Türkçe’de de kullanılan “mahrum bırakılmak” manasındadır. Diğer yoksulluk kavramlarından farkı elinden bir iş geldiği, bilgisi ve becerisi olduğu halde haksız yere bunları kullanma imkanı kendisine verilmeyen, yasak konan, engellenen, bundan dolayı da yoksul ve muhtaç duruma düşen demektir. “Kamu hizmetinden mahrumiyet” bunu ifade eder. Kur’an’da zenginlerin malında yoksullar sâil ve mahrûm için hak olduğu söylenirken geçer. Zariyat; 19/51, Mearic; 50/25. Genel olarak da Allah’ın yarattığı rızık ürün ve rızık kaynaklarından üretim araçları mahrum bırakılan bütün yoksulları ifade eder. [MUHTAÇ] “İhtiyaç sahibi” demektir. Hacet, ihtiyaç, muhtaç kelimeleri buradan gelir. Kur’an’da Allah’ın yarattığı rızık ürün ve rızık kaynaklarına üretim araçları insanların ihtiyaç duyması manasında kullanılır. Allah evcil hayvanları yaratmıştır ki insanlar yiyeceklerini ve binitlerini onlarla karşılasın diye. Nice faydaları olan bu hayvanlarla “ihtiyaçlar” giderilir Mu’min; 40/850. Gemiler, su, ırmak, deniz, toprak, bahçe ve madenlerde de nice faydalar vardır. Bütün bu rızık ve rızık kaynakları insanlar içindir. Fakat bunların etraflarına “çit” çevirilip özel mülkiyete alınması yüzünden Allah’ın kullarından kimileri buralara sokulmamakta, dışarıda tutulmaktadır. İşte “muhtaç” bunlardan uzak tutulan, yararlandırılmayan kimsedir. Oysa “iman” kalplerine yerleşmiş olanlar ve daha önceden buralara rızık ve rızık kaynaklarına yerleşenler, sonradan gelenleri hicret edenleri sevgiyle bağırlarına basarlar ve onlara verilenlerden dolayı haset etmezler. Kendilerinin “ihtiyacı” olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Kim bencilce hırslarından servet, siyaset, şehvet, şöhret tutkusundan arınırsa işte onlar kurtulmuştur Haşr; 59/9. [SÂİL] “İsteyen” demektir. Daha doğrusu istemek zorunda kalan manasındadır. Yukarıdaki “Bâis” ile benzer anlamdadır. Bâis’de istemenin nedeni şiddetli fakr-u zaruret öne çıkarılırken, Sâil de şiddetli fakr-u zaruretin sonucu isteme, dilenme, yalvarma öne çıkarılır. Bu duruma düşmüş olan için peygambere şöyle emredilir’; “Sakın isteyeni/yalvaranı azarlama!” Duha; 93/10. Keza bu tabir, Allah’ın, yarattığı dünya nimetlerini ona ihtiyacı olanlar/isteyenler arasında “eşitçe” takdir ettiğini söylerken de kullanılır “Yeryüzünde sabit dağlar yarattı. Yeryüzünü rızık ve ürünlerle bereketlendi. Orada ihtiyacı olanlar/isteyenler sevaen li’s-sâilîn eşitçe paylaşsın diye dört günde dört mevsim gıdalar takdir etti.” Fussilet; 41/10. Sâil, aynı zamanda suâl soran demek, mes’ele de buradan gelir. Dolayısıyla soru soranı, bir mes’elesi olduğunu söyleyeni, senden yardım isteyeni sakın azarlama, küçük görme manasına da gelir. [YETİM] “Öksüz” demektir. Arapların “eşsiz inci” durre yetim sözünden alınmıştır. İnci nasıl diğer taşlar arasında benzersiz ise yetim de diğer insanlar arasında kimsesi olmaması bakımından benzersizdir. Öksüz, eski Türkçe’de Anne ög kelimesinin süz, sız olumsuzlama ekiyle kullanılmasından geliyor. Göğüssüz öğ-süz yani yaslanacak bir anne göğsü bulamayan demek. Kur’an’da yukarıdaki sâil için söylenen aynen yetim için de söylenir “Sakın öksüzü hor görme/üzme” Duha; 93/9. Daha geniş açıdan bakarsak, bugün için kimisi annesi babası olmama anlamında, onları bir şekilde kaybetme anlamında, kimisi toplumu içinde yalnız kalma anlamında öksüzdür. Babası, annesi olmayan, toplumunda yanlış anlaşılan, doğruyu söylediği için dokuz köyden kovulan, onca gürültü arasında sesini duyuramayan, sözü yarım kalan, dışlanan, mahkûm edilen, çaresiz kalan, kapısı çalınmayan, unutulan, terk edilen, taşlanan herkese öksüz demek icap eder… *** Mağaradan şehre inen adam “Beni örtün, beni örtün” dedi. Eşi Hatice onu şöyle teselli etti “Sen öksüzü korursun, yoksulun yanında olursun ve asla yalan söylemezsin. Bu duyduğun ses İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya gelenin aynısı Namus-u Ekber’dir, korkma.” Bu sözler daha sonra Mâun adıyla sure oldu, ayetleşti. Öksüzü korumak… Yoksulun yanında olmak… Ve asla yalan söylememek… Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol. Ey “emek, açlık, yoksulluk” kelimelerini ağızlarına alamayan tuzu kurular! “Öksüzü korumadan”, “yoksulun yanında olmadan” İslam mı olur sanıyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Sizinki hangi din?

emek ve alın teri ile ilgili yazılar